Çocuğun kefaleti farzdır. Çünkü terk edildiği zaman çocuk helak olur. Bu, Allah'ın vacip kıldığı canın korunması türünden bir farziyettir. Dolayısıyla çocuğun helak olmaktan korunması ve helak edici şeylerden kurtarılması gerekir. Çocuğun kefaleti farz olmakla birlikte akrabalık hakkı ile de ilgilidir. Çünkü orada çocuğun istihkakının temin edilmesi söz konusudur. Dolayısıyla kefaletin farziyetinin bununla ilgisi olduğu gibi hak sahibi olmanın da ilgisi vardır. Her çocuk için bir kefalet hakkı vardır. Bu hak, çocuğun kefaleti üzerine farz olanlara aittir. Aynen belirtildiği zaman bu, “hadın” üzerine farz olur. Ancak Allah’ın, kefaleti üzerlerine almayı farz kıldığı kişilerin buna ehil olmaları lazımdır. Dolayısıyla herkesin bunu alma hakkı yoktur. Örneğin; çocuğu zayi edecek kimse bu kefalet hakkına sahip olamaz. Zira bu durumdaki bir çocuğun yok olmakla karşılaşması kaçınılmazdır. Dolayısıyla çocuk olan bir kimsenin veya bunağın kefaleti olmaz. Zira her ikisi de çocuğa bakmaktan acizdirler. Üstelik bunamış bir kimse başkasına muhtaçtır. Başkasına muhtaç olan ise bir çocuğun kefaletini üstlenemez. Dolayısıyla yanında çocuğun kaybolacağı kimse, ihmalinden, emzirme ile uğraşmasını engelleyecek bir işle meşgul olmasından ya da fasıklık sıfatlarına sahip olmasından dolayı -zira böyle bir kişinin elinde yetişen çocuğun da fasık olması söz konusudur- kefalet hakkını kazanamaz. Çünkü bozgunculuk helak türlerindendir.
Kafir bir kimsenin müslüman bir annenin çocuğuna babalık yapması tasavvur dahi edilemez. Çünkü müslüman bir kadının kafir bir erkekle evlenmesi caiz değildir. Dolayısıyla çocuğun kefaleti için en uygun kimsenin annesi veya annesinin dışında bir başkasının olabileceği görülmektedir. Bu durumda meseleye bakılır. Şayet çocuk eşyaları kavrayabilecek kadar akıl sahibi ise, annesi ile babasının muamelesini ayırabiliyorsa yani sütten, memeden kesilme yaşının üstünde ise, annesi ile babası arasında ikisinden birisini seçmekte serbest bırakılır. Ebu Davud, Abdulhamid b. Cafer'in babasından ve dedesi Rafi' b. Sinan'dan şunu rivayet etmektedir:
"Rafi' b. Sinan müslüman oldu. Annesi ise müslüman olmaktan kaçındı. Annesi Nebi (s.a.v.)'e gelerek; "Kızım henüz sütten kesildi veya sütten henüz yeni kesilmiş bir yaştadır" dedi. Rafi'; "Kız benimdir" dedi. Bunun üzerine Nebi (s.a.v.), Rafi b. Sinan'ın bir yanına, kadının da diğer yanına oturmalarını söyledi. Ardından onlara: Çocuğu kendinize çağırın, dedi. Çocuk, annesine yöneldi. Nebi (s.a.v.): Ey Allah'ım, onu doğru olana yönelt, deyince çocuk babasına yöneldi ve babası çocuğu aldı." Aynı hadisi Ahmed ve Nesei de, bu hadisde yer alan aynı anlamda farklı lafızlarla rivayet etmişlerdir.
Çocuk, eşyaları henüz tanıyamıyacak kadar küçük ise, annesi ile babasının muamelesini birbirinden ayıramıyorsa yani sütten kesilme yaşında veya daha altında ise ya da buna yakın bir yaşta ise, anne veya babasından birisini tercihte serbest bırakılmaz, doğrudan doğruya annesine verilir. Yukarıda geçen Rafi' b. Sinan hadisinin mefhumu bunu göstermektedir. Zira çocuğu emzirmede annenin daha çok hak sahibi olduğu sabittir. Bundan anneyi men edecek herhangi bir nass da yoktur. Kefalet, bir nevi velayet gibidir; dolayısıyla müslümanın kafir üzerinde velayeti söz konusu olamaz, şeklinde bir itiraz ileri sürülemez. Zira çocuk henüz memededir ve bakıma muhtaçtır, bu ise velayet değildir. Dolayısıyla velayetle ilgili hükümler burada uygulanamaz.
Boşanan bir anne çocuğun kefaletinde daha fazla hak sahibidir. Ebu Davud Abdullah b. Amr b. el-As'dan rivayet ediyor:
“Bir kadın Rasulullah (s.a.v.)'e gelerek şöyle dedi: Ey Allah'ın Rasulü! Şu benim oğlum, karnım ona bir kap, göğsüm ona su kaynağı, bağrım onu bastığım yer oldu. Babası ise beni boşadı ve onu benden çekip almak istedi? Rasulullah (s.a.v.) şöyle dedi: Başkası ile evlenmediğin sürece onu almak senin hakkındır." İbni Şeybe, Ömer'den şunu rivayet eder: Ömer, Asım'ın annesini boşadı, sonra kucağında Asım olduğu halde yanına geldi ve annesinin kucağından onu almak istedi. Aralarında bir sürtüşme oldu ve bu nedenle çocuk ağladı. Ardından doğruca Ebu Bekir es-Sıddık'a gittiler de Ebu Bekir (r.a.) şöyle dedi: "Annesinin onu sıvazlaması, bağrına basması, annesinin kokusunu alması, çocuk için senden daha hayırlıdır. Ta ki çocuk yetişinceye kadar. O zaman da çocuk istediğini seçer." Ancak anne, yukarıda sayılan kefalet şartlarının tümüne veya bir kısmına ehil değilse, yani kadın bir başkası ile evlenmiş, bunamış veya bir başka durumda ise adeta yok olmuş gibidir. Bu durumda, çocuğun kefaleti çocuğa en yakın olana intikal eder. Ancak ebeveynin her ikisi de çocuğa bakmaya ehil değillerse onlara en yakın olan kimselere bu hak intikal eder. Zira onların her ikisi yok hükmündedirler. Çocuğun bakımıyla ilgili durumların tümünde annenin önceliği vardır. Sonra annenin annesi yani anneanne gelir. Bu silsile anne tarafından yakınlık sırasına göre kadınlar arasında devam eder. Çünkü onlar kadındırlar ve onların doğurganlıkları gerçek bir vakıadır. Bunlar anne konumundadırlar. Daha sonra baba, babaanne, dede, dedenin annesi, dedenin babası, dedenin babasının annesi Babaanneler mirasçı olmasalar dahi çocuğun bakımında hak sahibidirler. Çünkü onlar baba tarafından “hadane” grubuna giren kadınlardandır. Eğer ortada anneler ve babalar yoksa çocuğun bakımı, terbiyesi kız kardeşlere intikal eder. Kardeşler arasında ise anne-babanın kız kardeşlerinin önceliği vardır. Sonra babadan kız kardeşi daha sonra da anneden kız kardeş gelir. Kız kardeşin erkek kardeşe önceliği vardır. Çünkü kız kardeşler süt emzirme grubuna giren kimselerdendir. Erkekler kadınlarla aynı derecede olmalarına rağmen kadınlar tercih edilirler. Şayet kız kardeşler yoksa, anne-babanın erkek kardeşlerinin öncelikleri vardır. Bunlardan sonra baba bir kardeşi, sonra öz ve üvey amca çocukları gelir. Anne bir erkek kardeşin hadane hakkı yoktur. Bütün bunların hiçbiri yoksa hadane hakkı teyzelere intikal eder. Teyzeler yoksa halalara, halalar da yoksa ana-baba bir amcalara, sonra bab bir amcalara, sonra bab bir teyzelere, anne bir amcaların bakım hakkı yoktur. Bunlar da yoksa bakım hakkı anne bir teyzelere sonra baba bir teyzelere sonra babanın halalarına intikal eder. Annenin halalarının bakım hakkı yoktur. Çünkü onlar anne grubuna girenlerdendir.
Çocuğun bakımı, bu saydığımız kişilerden hiçbiri bulunmadıkça ya da bunların yetersizlikleri söz konusu olmadıkça bir başkasına intikal etmez. Ancak çocuğun bakımı çocuğa bakabilme hakkına sahip olan birisine bırakılmışsa, çocuğun bakımını bir başkasına geçmesini gerektirecek bir durum olmadıkça başkasına intikal etmez. Zira çocuğa bakmak her ne kadar "hadın"a ait bir hak ise de aynı zamanda onun görevidir de. Dolayısıyla çocuğun bakımı, bu görevi daha iyi yerine getirecek bir kişinin bulunması dışında başkasına bırakılamaz. Böylesi bir durum söz konusu olduğu zaman yukarıdaki sırılamaya göre yakınlık derecesindeki kişilerden birisine intikal eder. Ancak çocuğa bakma hakkını elinde bulunduran bir kimse bu hakkından vezgeçmek isterse, çocuğa bakma ehliyetine sahip oldukça bu hakkından vazgeçemez ve çocuk kendisine geri verilir. Aynı şekilde anne evlenir ve çocuğa bakma hakkı düşerse ardından da tekrar boşanırsa çocuğun kefalet hakkı tekrar anneye döner. Bu durum çocuğun bakımında yakınlık sırasındaki tüm kimseler için böyledir. Yani çeşitli sebeplerle bakım hakkını kaybeden kimseler engellerin ortadan kalkmasıyla bu hakkı tekrar kazanırlar.
Çocuğun bakımını üstlenmekte hangisinin daha bir hak sahibi olduğunda bir grup ihtilaf ederse furu (çocuklar ve torunlar) arasında buna en fazla hak sahibi olan kimse tercih edilir. Bera b. Azib'den: Hamza (r.a.)'ın kızının bakımını üstlenmekte Ali, Cafer ve Zeyd (r.anhüm) birbirleri ile çekiştiler. Ali (r.a.); ona bakmak benim hakkımdır çünkü o, benim amcamın kızıdır, dedi. Cafer (r.a.), o, hem benim amcamın kızıdır hem de onun teyzesi benim karımdır, dedi. Zeyd (r.a.) ise, benim kardeşimin kızıdır, dedi. Bu hususta Rasulullah (s.a.v.), teyzesine verilmesine hükmetti ve şöyle dedi:
"Teyze, anne konumundadır."
Bu açıklamaların tümü, yok olmaktan korunmaya muhtaç küçük çocuğun kefaleti hakkındaki açıklamalardır. Fakat, kefalete muhtaç olmayan bir çocuktan kefalet illeti kalkar. İlletin kalkması ile bununla ilgili hüküm de kalkar. Bu durumda bakılır: Eğer kefalet hakkı kafir bir anneye aitse, çocuk ondan alınarak çocuğun velayetine sahip olan kimseye verilir. Çünkü bu durumdaki çocuğun durumu, kefalet hükmüne değil velayet hükmüne girmektedir. Velayet hakkına ise bir kafirin sahip olması caiz değildir. Zira yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
"Allah, müslümanlar üzerinde kafirlere asla yol vermez." Rasulullah (s.a.v.) de şöyle buyurmaktadır:
"İslam yücedir, onun üstünde hiçbir şey yoktur." Bu nasslar geneldir, herhangi bir şeyle tahsis edilmemişlerdir. Ancak hadane hadisi tahsis edilmiş bir şekilde gelmiştir. Fakat çocuk memeden kesilme yaşından büyükse, özel olarak gelmiş olan hadane hadisi çocuğa uygulanamaz. Ancak kefalet hakkına ve müslümanların velayet hakkına sahip olan kimseye gelince; anne ve baba müslüman kimseler ise kız veya erkek çocuk annesine veya babasına gitmesi konusunda serbest bırakılırlar. Çocuk kimi seçerse ona verilir. Ahmed, İbni Mace ve Tirmizi şu hadisi rivayet ederler: "Ebu Hüreyre'den: Nebi (s.a.v.), bir erkek çocuğu annesi ve babasından birini seçmesi hususunda serbest bıraktı." Ebu Davud'un rivayetinde ise şu vardır:
"Bir kadın Nebi (s.a.v.)'e gelerek şöyle dedi: Ey Allah Rasulü! Kocam çocuğumu benden almak istiyor. Halbuki oğlum bana Ebu Inebe kuyusundan su getirmekte ve faydası dokunmaktadır. Rasulullah (s.a.v.) kura çekmek isteyince adam şöyle dedi: Kim benim oğlumu benden alabilir? Bunun üzerine Nebi (s.a.v.) çocuğa: İşte annen, işte baban. Bunlardan hangisini istersen onun elinden tut, dedi. Bunun üzerine çocuk annesinin elini tuttu, annesi de çocukla birlikte kalkıp gittiler.” Beyhaki, Ömer (r.a.)'ın, bir çocuğu annesi ile babasından birini seçmekte serbest bıraktığını riviayet eder. Yine Ali (r.a.)'ın, yedi veya sekiz yaşlarında olan Ammara el-Cüzami'yi annesi ve halasından birisini seçmekte serbest bıraktığı rivayet edilir. Bu hadislerin tümü açıktır. Anne ve baba çocukları üzerinde çekiştikleri zaman, çocuğun bunlardan dilediğini seçmekte serbest bırakılması gerektiğine ve çocuk kimi seçerse onunla gidebileceğine delalet etmektedir. Ancak Ebu Davud'un rivayetinde yer alan kura çekme olayı, Nesei'nin rivayetinde ve diğer rivayetlerde yer almamaktadır. Dolayısıyla bu rivayet, çocuğun annesi ve babasından birisini seçmemesi durumunda aralarında kura çekileceğine yorumlanır. Çocuğun anne ve babasından birisini seçmekte serbest bırakılması belirli bir yaşla sınırlandırılmamıştır. Bu husus, uzmanların takdirine göre hakimin değerlendirmesine bırakılmıştır. Eğer uzmanlar çocuğun kefaletten yani süt emmeden müstağni olduğunu söylerlerse ve hakim de buna kanaat getirirse çocuğu serbest bırakır. Aksi durumda hadane hakkına sahip olan kimseye verir. Bu hüküm, çocukların durumlarındaki değişiklik ile değişir. Beş yaşındaki bir çocuk kefaletten kurtulabilirken, dokuz yaşındaki bir çocuk henüz kefaletten kurtulmamış olabilir. Burada, kefaletten kurtulup kurtulmadıkları hususunda çocuğun durumu dikkate alınır.
Tags
İslamda Kadın